Kahire Üniversitesi'nden Prof. Hassan Nafaa yazdı: Direnişin ağır bir darbe aldığı doğru, ama bu bir yenilgi anlamına gelmiyor. Filistin davasını savunanlar için asıl tehlike, bu gerilemenin kalplerine umutsuzluk olarak yerleşmesidir. Çünkü bu gerçekleşirse, son haftalarda yaşananlar sadece bir tökezleme olmaktan çıkar ve tam anlamıyla bir yenilgiye dönüşür.
Filistin meselesi, yalnızca Arap dünyası veya İslam âlemi için değil, insanlık onuru açısından da en asil davalardan biridir. Böylesine büyük bir mücadelede, geçici zorluklar ve kayıplar kaçınılmazdır. Ancak mücadele ruhu, umut ve dayanışma korunursa, bu tür zorluklar sadece tarihin birer dönüm noktası olarak hatırlanacaktır.
Umutsuzluk, bir toplumun mücadele azmini kıran en büyük tehdittir. Bu nedenle, Filistin davasını savunan herkesin, olaylara daha geniş bir perspektiften bakması ve yenilgiyi kabullenmek yerine, direnişi daha güçlü kılmanın yollarını araması gerekiyor. Çünkü mücadele ancak umutla devam eder.
Son dönemde Arap yazılarında, özellikle Filistin direnişine destekleriyle bilinen elit kesimlerde, derin bir kaygı ve endişe tonu hâkim. Öyle ki, bu kaygı bazen umutsuzluğa ve yenilgi hissine yol açacak düzeye ulaşıyor. Bu ruh halinin yayılmasının temelinde, geleceğe dair beslenen ve umut vermeyen beklentiler yatıyor.
Bu kaygının nedenleri de yok değil: Gazze Şeridi'nde yaşanan büyük yıkım, Hizbullah'ın aldığı ağır darbeler sonrası Filistin direnişine askeri desteğini durdurup Litani Nehri’nin ötesine çekilmesi, Suriye’de Esad'ın çöküşüne yol açan devasa sarsıntı ve bunun .Direniş Ekseni'ne etkisi... Tüm bunlar, elbette endişeye zemin hazırlıyor.
Ancak bu durum, Arap elitlerinin –özellikle Siyonist projeye karşı çıkan kesimlerin– umutsuzluk ve yenilgi duygularına teslim olmasını haklı çıkarmaz. Çünkü mesele henüz geri dönüşü olmayan bir noktaya ulaşmadı. Aksine, Arap halklarının bugün motivasyonlarını güçlendirecek, kararlılıklarını perçinleyecek ve umudu yeniden aşılayacak liderliklere her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Teslimiyeti değil, direnişi; umutsuzluğu değil, dayanıklılığı teşvik eden bir yaklaşıma ihtiyaç duyuluyor.
Direniş ile Direniş Ekseni arasındaki fark
Direnişi sürdürme çağrısı, ne boş bir hayalin peşinde koşmak ne de yanıltıcı bir umut pazarlamak anlamına gelir. Bu, somut gerçeklere dayanan bir duruşu ifade eder. Burada, direniş ile Direniş Ekseni arasındaki farkı kavramak önemlidir. Direniş, işgalin sürdüğü her yerde doğal bir ihtiyaç olarak ortaya çıkar ve ancak işgal sona erdiğinde son bulur. Bu nedenle, direnişi tamamen yok etmek, işgalin varlığı devam ettiği sürece imkânsızdır.
Öte yandan, Direniş Ekseni, bölgesel ve uluslararası güç dengelerinin belirlediği geçici bir ittifaktır. Bugün güçlü olan bir ittifak, yarın zayıflayabilir ya da yeni güç dengeleriyle şekillenebilir. Bu bağlamda, Filistin halkı, bölgedeki gerçek bir direnişin temel taşıdır. Çünkü Filistin’in mücadelesi, sınırlarla ilgili bir çatışma değil, bir varlık mücadelesidir. Siyonist işgalin, kontrol ettiği topraklardan asla geri çekilmeyeceğini açıkça ilan etmesi, Filistin direnişini sürekli gerekli ve var kılıyor.
Son dönemde İsrail yetkilileri, özellikle de Netanyahu, kibirli açıklamalar yapıyor. İsrail'in hem Gazze'de hem de Batı Şeria’da Filistin Direnişi'ni tamamen yok ettiğini ve bu zaferin devam edeceğini iddia ediyorlar. Hatta aşırı sağ kanat, Gazze’den Filistinlilerin zorla çıkarılmasının ve bölgenin yeniden Siyonist işgalci yerleşimcilerine açılmasının önünün açıldığını, Batı Şeria’daki işgal birimlerinin ise genişletileceğini savunuyor.
Bu kibir dolu söylemler, İsrail’in geçici kazanımlarını abarttığını gösterse de, Filistin Direnişi'nin canlı kalması ve Arap dünyasında direnişi destekleyen yeni bir dayanışma ruhunun inşası için bir uyarı niteliği taşıyor. Umutsuzluğa yer yok; mücadele devam ettikçe, her darbenin ardından yeniden ayağa kalkma şansı da vardır.
Son dönemde İsrail'in bölgeye yönelik saldırgan politikaları ve bu politikaların yankıları, Arap dünyasında ciddi bir umutsuzluk hissi yaratmış gibi görünüyor. İsrail’in, Filistin Direnişi'ni tamamen yok ettiğine ve bölgedeki diğer direniş unsurlarını etkisiz hale getirdiğine dair iddiaları, özellikle Netanyahu ve çevresindekilerin kibirli söylemleriyle birlikte, bir zafer algısı oluşturmayı hedefliyor. Ancak bu iddiaların iç yüzüne bakıldığında, gerçeklikten çok uzak oldukları açıkça görülüyor.
Direniş hâlâ ayakta
İsrail’in, Filistin Direnişi'ni bitirdiği yönündeki söylemleri, Gazze’deki yıkımın büyüklüğüne rağmen geçerli değil. Direniş unsurları, esir alınan İsrailli askerlerle hâlâ müzakere gücüne sahipken, işgalci güçlerin yoğun bombardımanlarına rağmen direnişi sürdürmekte kararlılar. Filistin halkının mücadeleden vazgeçmemesi, hatta “Aksa Tufanı” gibi olayların yarattığı motivasyonla direnişi daha da büyütmesi, bu söylemlerin temelsizliğini gözler önüne seriyor.
Hizbullah’ın gücü ve savaşın dengesi
Hizbullah’ın zayıflatıldığı iddiaları, örgütün lider kadrolarında yaşanan kayıplara rağmen, onun tamamen etkisiz hale geldiği anlamına gelmiyor. Hizbullah, hızlı bir şekilde yeniden organize olma kapasitesine sahip ve ihtiyaç duyulduğunda tekrar savaş sahnesine dönebilecek durumda. Gazze’nin neredeyse tamamen kuşatma altında olmasına rağmen direnişin silahlanabilmesi, Hizbullah gibi daha güçlü kaynaklara sahip bir örgütün de direncini koruyacağını gösteriyor.
Suriye ve İran faktörü
Suriye’de Esad hükümetinin çöküşü, İsrail’in beklediği türden bir sonuç doğurmayabilir. İşgalci politikalar ve 500 km²’lik yeni toprak gaspları, Suriye halkında daha büyük bir öfke ve direniş potansiyeli yaratabilir. Benzer şekilde, İran’ın nükleer ve füze programlarını yok etme hedefi, oldukça iddialı ve zorluklarla dolu. ABD’nin dahi bu tür bir müdahaleye gönüllü olmayabileceği bir denklemde, İsrail’in tek başına böyle bir başarı elde etmesi gerçekçi gözükmüyor.
Umudu koruma gerekliliği
Tüm bu gelişmeler ışığında, Filistin davasına destek verenlerin umutsuzluğa kapılmaması büyük önem taşıyor. Direnişin tamamen yok edilemeyeceği, işgal sürdükçe direnişin de devam edeceği açık bir gerçektir. Eğer bu moral çöküntü kalıcı hale gelirse, geçici bir gerileme, bölge halkları için gerçek bir yenilgiye dönüşebilir. Oysa ki, bu zor dönemler, dayanışma ve mücadele azmini artırmak için bir fırsat olarak değerlendirilebilir.
Sonuç olarak, İsrail’in üstünlük iddiaları daha çok propagandadan ibarettir. Direniş ise, bölgenin değişken koşullarına rağmen köklü ve kalıcı bir gerçeklik olmaya devam edecektir. Filistin halkının ve bölgedeki diğer direniş unsurlarının mücadelesi, sadece Filistin için değil, insanlık onuru adına da sürdürülecektir.