Türkiye ile İran arasında son 100 yıl
Türkiye-İran ilişkileri
Giriş
İran ve Türkiye, yüzyıllar boyunca Asya'da hem kültürel hem de siyasi açıdan derin köklere sahip iki komşu ülke olarak varlık gösterdi. Bu iki ülke arasındaki ilişkiler, coğrafi yakınlığın ötesinde, tarihsel bağlar ve etkileşimlerle ilerledi. Son 100 yıl ise, bu ilişkilerin modern devletlerin doğuşuyla yeniden tanımlandığı, bölgesel ve küresel güç dengelerinin etkisiyle değişkenlik gösterdiği bir dönem oldu. 20. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü ve İran'da Pehlevi Hanedanı'nın yükselişi, her iki ülkenin iç politikalarını ve uluslararası ilişkilerini derinden etkilemiştir. Bu süreçte, karşılıklı güven, rekabet ve iş birliği dinamikleri, Türkiye ve İran'ın diplomatik ilişkilerini belirleyen temel unsurlar olmuştur.
Son yüzyıl boyunca Türkiye ve İran, farklı ideolojik çizgilerde yer alsalar da bölgesel istikrar, ticaret ve enerji iş birliği gibi konularda ortak çıkarlar geliştirmiştir. Ancak bu ilişkiler, zaman zaman bölgesel ve küresel güçlerin etkisiyle gerilimlere de sahne oldu. Dolayısıyla, iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihini anlamak, sadece iki devletin değil, aynı zamanda Ortadoğu'nun da siyasi tarihine dair önemli ipuçları sunmaktadır.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
İki taraf arasında 1639 “Kasr-ı Şirin” Antlaşmasına kadar savaşlar yaşanmış olsa da “Osmanlı” ve “Safevi” arasında imzalanan bu antlaşma, 2 devletin toprak hakimiyetini genişletmeye dayalı savaş sürecini sonlandırdı. İran ve Türkiye sınırı yaklaşık olarak 400 yıldır aynı haliyle varlığını sürdürüyor.
19. yüzyılda Batı’nın sömürgeleştirme politikalarına karşı, Osmanlı ve Kaçar Hanedanlığı, yerel sorunlarının çözümü olarak modernleşme sürecine başladı. İran’da 1906 yılında Osmanlı’da ise 1908'de meşrutiyet ilan edildi.
I. Dünya Savaşı’nın ardından Anadolu'da Kuvayı Milliye başlarken, İran ise Rusya ve İngiltere’nin işgaline uğradı.
İngiltere, Almanya'ya karşı Rusya ile anlaştı. İran’ın kuzeyi Rusya'ya, güneybatı bölgeleri Britanya’ya verildi. Kalan topraklar ise tarafsız bölge olarak İran üç kısma ayrıldı.
İran'da 1920'li yıllarda Kaçar hanedanlığı yıkılarak İngiltere’nin desteği ile Rıza Han liderliğinde Pehlevi Hanedanlığı kuruldu. Rıza Han 21 Şubat 1921'de darbeyle başa geçti. 1925'de kendini Şah ilan etti ve 1941 İngiliz Sovyet işgaline kadar ülkeyi yönetti.
Sınır Sorunu
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Türkiye ve İran bazı sınır güvenliği sorunları yaşadı. İran ve Türkiye sınırında yaşayan Kürt aşiretlerinin sınırın iki tarafını yaylak-kışlak olarak kullanmaları sınır problemlerini doğurdu.
I. Dünya Savaşı yıllarında İngiliz işgali sonrası İran’da merkezi otoritenin güç kaybetmesi, Kurtuluş savaşı sonrası ise Türkiye’nin ise ekonomik ve askeri yorgunluğu, sınır bölgelerinde bulunan Ermeni, Nestûrî ve Kürt aşiretlerinin faaliyetlerini kontrol edememesine neden oldu.
1930’da İran ve Türkiye sınırları içinde yaşayan Kürt aşiretler birleşerek Ağrı’da sözde “Bağımsız Ağrı Cumhuriyeti”ni ilan etti. 1930 Ağrı İsyanı sonrası iki ülke arasında olumsuz ilişkiler yaşandı.
Sınır problemlerinin yaşanması iki ülkenin sınır üzerinde yeterli otoriteyi kuramaması ve bölgede yaşayan etnik grupların emperyal güçler tarafından silahlandırılması ve yönlendirilmesiyle başladı.
Türkiye, İran'ın SSCB etkisine girmesinden, parçalanmasından ve işgale uğramasından endişe duyuyordu. Türkiye'nin bu politikasında en önemli unsur “Kürt meselesi” olmuştu. Türkiye, İran'ın parçalanarak bir Kürt devletinin kurulmasından her zaman kaygı duydu.
1937 Sadabat Paktı’ndan 1955 Bağdat Paktı'na giden süreçte Türkiye ve İran, “Kürt meselesi” ve “SSCB” tehdidine karşı iş birliği içinde hareket etti.
ABD güdümünde olan Rıza Şah’ın ABD ve İsrail etkisiyle Barzani rejimini desteklemesi de Türkiye’yi İran’dan uzaklaştırdı.
Etnik unsur
İngiltere destekli bir darbe ile iktidara gelen Rıza Şah, Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirdi. Atatürk’ün modernleşme politikalarını yakından takip eden Rıza Şah, bu dönemde Türkiye ile yakın ilişkiler içerisinde oldu.
Türkiye ve İran, 22 Nisan 1926’da Tahran’da Türk-İran Dostluk ve Güvenlik Anlaşması imzaladı. İki ülke, güvenliklerine tehdit oluşturabilecek aşiretlerin faaliyetleri ve ayrılıkçı eylemleri önleme üzerine anlaştı.
Bu ziyaretler, Sadabat Paktı'na giden yolda önemli bir adım oldu. Sadabat Paktı İran, Afganistan, Irak ve Türkiye arasında bu ülkelerin birbirlerine karşı saldırmamasını, barış ve istikrar için bölgesel aktörlerin siyasal iş birliği içinde olmasını içeriyordu.
1941 yılında İngiltere ve SSCB İran’ı işgal etti. İran, I. Dünya savaşında olduğu gibi kuzeyi Rusların güneyi ise İngilizlerin işgali altına girdi.
İran’ın işgali aynı zamanda Türkiye üzerindeki baskıyı arttırma amacını da içeriyordu. Türkiye için İran’ın bağımsızlığı, en az kendi bağımsızlığı kadar önemli oldu.
1943 yılına gelindiğinde ABD, İngiltere, SSCB ve İran’ın katılımı ile Tahran Konferansı'nda İran’a ekonomik ve askeri yardımların yapılmasının yanında SSCB’nin ve İngiltere’nin İran'dan çekilmesi kararı alındı.
Savaş öncesi dönemde Türkiye ve İran arasındaki ilişkiler genel anlamda iş birliği içerinde yürütüldü. İki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler güçlendi, sınır güvenliği gibi konularda iş birliği sağlandı.
Devrim
1979 İslam devriminden sonra İran, Sömürgeci ve emperyal güçleri, barışın ve bölgesel istikrarsızlığın en büyük kaynağı olarak tanımladı. İran devrimden sonra, dış politikasında genel anlamda tam bağımsızlık, toprak bütünlüğü, Müslüman hakların korunması ve komşu ülkelerle karşılıklı barışçıl ilişkileri hedefledi.
Devrim sonrası İran, ABD'ye karşı mücadele ederken iki kutuplu dünya sistemin içerisinde SSCB'nin etkisine de girmeyi reddetti. İran İslam Devrimi Önderi İmam Humeyni, tam bağımsız bir dış politikayı amaçladı. İmam Humeyni “Ne Doğu Ne Batı” politikasıyla “Bağımsız İran” amacıyla hareket etti.
Türkiye-ABD-İran
1950 Kore Savaşı ve 1962 Küba Krizi gibi olaylarda Amerika'nın yanında yer alan Türkiye, Kıbrıs meselesinde ise yalnız kaldı. Türkiye 1970’li yıllarda “Kıbrıs Çıkartması” nedeniyle ABD’nin ambargolarına maruz kaldı ve Batı tarafından yalnız bırakıldığı bir sürece iletildi.
ABD, Kıbrıs hareketi sonrasında Türkiye’nin yerine Rıza Şah yönetimindeki İran’ı merkez üssü olarak seçti. ABD’nin bölgesel çıkarları uğruna uyguladığı bu strateji yıllar içinde Türkiye-İran arasındaki gerginliğin ana unsurlarından oldu.
İran’ın tanınması
Türkiye, İran İslam Devrimi’nin ilanından sonra, 24 saat geçmeden İran İslam Cumhuriyeti’ni tanıdığını açıkladı. Bülent Ecevit, 13 Şubat 1979’da “İran için yeni bir dönem başladığını dile getirerek, Türkiye’nin ülkelerin iç işlerine karışmama politikasının devam ettirdiğini söyledi.
9 Haziran 1979 da Türkiye’den İran’a ilk ziyaret gerçekleşti ve bu ziyarette kültürel ve ticari antlaşmalar imzalandı.
İran’da gerçekleştirilen İslam Devrimi sonrasında Türkiye’nin bazı endişeleri vardı. İran’daki İslami hareketlerin Türkiye’de karşılık bulması, İran’ın açık bir mücadele içinde olduğu ABD ve İngiltere’nin askeri müdahalesiyle İran’ın dağılması ve bölgede yeni bir Kürt devletinin kurulması gibi konularda çekincesi vardı.
İran İslam devrimi, Türkiye gündeminde “şeriat” ve “laiklik” tartışmalar kapsamında önemli bir gündem maddesi oldu. Kenan Evren ve Çevik Bir, önderliğindeki “12 Eylül” ve “Postmodern Darbe” olarak tecrübe ettiğimiz bu süreç, Türkiye için bir “fay hattı” olarak yerine aldı.
İran-Irak savaşı
İran-Irak savaşı Türkiye’yi yakından ilgilendiren tarihsel bir süreci başlattı. Savaştan on gün önce Türkiye’de askeri darbe gerçekleşti ve TSK yönetime el koydu.
İran, Türkiye'deki Kenan Evren darbesinin ABD destekli bir girişim olduğunun farkındaydı. İran Meclis Başkanı Ali Ekber Haşimi Rafsancani “12 Eylül Darbesi” hakkında, “Türk halkının yakında özgürlük ve seçme haklarını yeniden kavuşmasını ümit ederim” dedi.
İran’ın Yargı Başyargıcı Ayetullah Şehit Beheşti ise, ”Türk halkı askeri yönetimi altına girmiştir ve askeri yönetimler her ülkenin tarihindeki en kötü dönemdir. Türk halkı kendisine zorla kabul ettirilmiş bir sistemle karşı karşıyadır. Türk halkı kendisini bu sistemden kurtarmak yolundaki uğraş ve faaliyetini sürdürmesi doğaldır.” Dedi.
ABD, İran’la ilişkilerinin kopması sonrasında Ortadoğu'da etkinliği sürdürebilmek için Türkiye'nin bölgedeki politikalarına müdahalesini arttırdı. Kenan Evren darbesi ile ilk adımı atan ABD, Türkiye'de mevcut üslerin yanı sıra Erzurum, Batman, Muş'ta yeni üsler kurdu.
1985'te Türkiye-İran-Pakistan arasında Ekonomik İş birliği Teşkilatı kuruldu. 1984’de Turgut Özal ve 100 iş adamı İran’ı ziyaret ederek İran ile ekonomik ve ticari ilişkiler geliştirmeyi hedefledi. Başbakan Turgut Özal’ın İran ziyaretinden hoşlanmayan Darbeci Lider Kenan Evren, İran ile ilişkiler hakkında şunları söyledi:
“Özal bugün Tahran’dan döndü… İran Türkiye’ye hiç arkadaş olarak bakmadı… Özal, İran ile gereksiz dostluk kuruyor.”
İran-Irak Savaşı ve Türkiye’nin Tutumu
İran İslam Devrimi’nin ardından ABD bölgedeki en büyük dostunu kaybetmiş oldu. İslam Devrimi’nin ardından Orta Doğu’da agresif bir pozisyon alan ABD, hızla müdahalelere başladı. Oldukça kısa süre içerisinde Türkiye’de Kenan Evren, Irak’ta Saddam Hüseyin iktidara getirildi,
Saddam, Cezayir anlaşmasını tanımadığını ilan etmesinden 5 gün sonra İran'a geniş çaplı bir saldırı başlattı.
Saddam Hüseyin, İran'ın “Rehine Krizi” ile meşgul olduğundan ve yeterli askeri hazırlığı bulunmadığı için ülkeyi kolayca işgal edebileceğini düşündü. Türkiye, savaş süresince tarafsız kalmaya çalıştı.
Türkiye taraflara, askeri malzeme yardımı yapılmayacağını ve aynı zamanda Türkiye'den hava sahalarını kullanarak yapılacak olan askeri malzeme ve personel sevkine de izin verilmeyeceğini duyurdu.
İran- Irak savaşı, Türk ile İran ilişkilerini değiştirdi. Türkiye ve İran arasında Türk-İran Sanayi Protokolü imzalandı. Başbakan Bülent Ulusu, İran heyetini kabulünü yaptığı açıklamasında “İran Türkiye'ye yakınlığından rahatsızlık duyanlara rağmen daha iyiye gidiyoruz” dedi. 1983 -1984 yılları arasında Türkiye ve İran’ın ticaret hacmi 2,3 milyar dolar ile en üst seviyeye ulaştı.
Kuzey Irak
20.yy’da Türkiye ve İran'ın ayrılıkçı etnik hareketler yaşamaları iki ülke ilişkilerinde sürekli bir güvensizliğe neden oldu. ABD’nin Saddam aracılığıyla uyguladığı demografik değişim planı tamamlandı. Kürt nüfusun; Türkiye, İran, Irak Suriye'nin sınır bölgelerinde yoğunlaşması ve ABD, NATO gibi güçlerin bu Kürt nüfusun varlığını kendi politikaları ve hedefleri doğrultusunda kullanmaları ana sorun kaynağı oldu. İran’da PEJAK, Türkiye’de PKK adıyla terör eylemlerinde bulundan NATO destekli örgütler, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin aralarında ilişkilerde en temel sorun kaynağı oldu.
28 Kasım 1984’te İran ve Türkiye arasında “Her ülkenin kendi topraklarında diğer ülkenin güvenliğine yönelik hareketlere izin vermesini engelleyen” bir Güvenlik Antlaşması imzalandı.
1992'de yapılan seçimlerde Irak'ın kuzeyinde KDP ve KYB öncülüğünde fiili bir Özel Bölgesel Yönetim kuruldu. Bu dönemde Türkiye, Barzani liderliğinde Erbil merkezli KDP'yi desteklerken İran'da Süleymaniye merkezli KYB'yi destekledi.
Kuzey Irak’ta ortaklık
ABD'nin Irak'ın kuzeyinde bir terör devleti kurma isteği Suriye, Türkiye ve İran’ı yakınlaştırdı. İsrail’in Kuzey Irak'taki terör gruplarını müttefik olarak görmesi ve bağımsız bir devlet kurma yönündeki teşviki bölgesel problemlerin temeli olarak yorumlanabilir.
İsrail’in bölgedeki terör gruplarına silah ve istihbarat sağlaması, yaralı teröristlerin İsrail’de tedavi edilmesi, Kuzey Irak’ta terör grupları adına yasa dışı toprak satın alımı gerçekleştirmesi bölgesel terör örgütlerinin uluslararası bir suç şebekesine dönüştüğünü tüm taraflara gösterdi.
Kuzey Irak'ta bir terör devletinin kurulmasını engellemek amacıyla Türkiye, İran ve Suriye arasında bir dizi Güvenlik Anlaşması imzalandı.
1991 sonrası Kuzey Irak meselesi ile ilgili Türkiye, Suriye ve İran birlikte hareket etmek için toplantılar yaptı. Bu dönemde Türkiye, İran ve Suriye Ankara’da üçlü bir toplantı düzenleyerek Irak’ın toprak bütünlüğü karşı duyarlılık gösterildi.
Türkiye ve İran, bölgede ABD'nin ve NATO’nun desteklediği bir terör devletini engellemek için protokoller imzaladı. Eylül 1994'te Türkiye ve İran arasında, kendilerini tehdit eden gruplara karşı nasıl politikalar izleyeceklerine dair yetkililer arasında yaklaşık 10 toplantı yapıldı. 17 Temmuz 1994'te Süleyman Demirel ve Haşimi Rafsancani’nin Tahran'da yaptıkları toplantıda iki ülkenin güvenlik sorunları ele alındı.
İran Dışişleri Bakanı Kemal Harazi ve Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, Türkiye'nin Suriye ile diyalog kurmasında oldukça etkin rol oynadı.
Bu dönemde iki ülkeyi ortak güvenlik tehditleri bir araya getirdi. Yüksek Güvenlik Komisyonu ve Yüksek Hudut Komisyonu şeklinde operasyonları sevk ve idare mekanizmaları devreye sokuldu. İki ülke teröre karşı ortak operasyonlar yürüttü.
ABD’nin politikası, bölgede iki kadim halk ve köklü devlet geleneğine sahip Türkiye ve İran’ın stratejik ilişkiler geliştirmesini ve iş birliğini engellemeye yönelik oldu. ABD’nin terör devleti kurma politikası iki ülkeyi bu dönemde yakınlaştırdı.
İsrail etkisi
1996 sonrası Türkiye, İsrail'le yaptığı askeri ve istihbarat iş birliği bu dönemde güven krizini derinleştirdi. Türkiye 1991'de Demirel- İnönü koalisyon hükümeti döneminde İsrail’le olan ilişkileri geliştirdi. 1993'te MİT ve MOSSAD arasında iş birliği anlaşması imzalandı.
1996'da Cumhurbaşkanı Demirel'in İsrail'i ziyaret sürecinde Askeri İş Birliği Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma özellikle Suriye ve İran'ın tepkisini çekti.
Darbeci Orgeneral Çevik Bir; Türk Silahlı Kuvvetleri ve İsrail güvenlik güçlerinin birlikte istihbaratta iş birliğini ve bu bağlamda Suriye ve İran'daki gelişmeler hakkında bilgi toplamak amaçlı olduğunu” itiraf etmişti. Bu anlaşma bağlamında Türk hava sahası İsrail’e açıldı. Böylece İsrail Suriye, İran ve Irak'ta istihbarat toplama olanağı sağladı.
Türkiye’de 28 Mayıs 1996’da Necmettin Erbakan başbakan oldu. Erbakan göreve geldikten sonra İsrail yetkilisinin Savunma Sanayi İş Birliği Anlaşmasını imzalamak için Türkiye ziyaretini erteleyerek ilk yurt dışı gezisini İran'a yaptı. Erbakan'ın İran ziyareti sırasında taraflar arasında yaklaşık iki katrilyonluk doğalgaz anlaşması imzalandı.
İran’la ve diğer komşu ülkelerle yakınlaşma politikası izleyen Erbakan hükümetine karşı yoğun bir baskı oluştu. Ordudan ve bürokrasiden gelen uyarılar Erbakan’ın İsrail konusunda daha ihtiyatlı olmasına yol açtı. Erbakan hükümeti 1996’da İsrail’le “Savunma ve İş Birliği” antlaşmasını imzaladı.
22 Ekim 1996'da Türkiye'nin daveti ile sekiz ülke Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya, Mısır, İran ve Nijerya İstanbul'da gerçekleşen Kalkınma İş birliği konferansına katıldı, D8 kuruldu. Erbakan 1996'da Tahran'da 23 milyar dolarlık doğalgaz anlaşması imzaladı.
Erbakan döneminde yapılan politikalardan D-8, İran’la düşük maliyetli ticari anlaşmalar, faizsiz sistem düşüncesi, milli kalkınma reformu gibi politikalar ABD ve İsrail’in bölgesel varlığını tehdit ediyordu. ABD ve İsrail’in İran’ı yalnızlaştırma politikasına karşı hareket eden Erbakan, bu süreci bazı tavizler vererek atlatmaya çalışmış olsa da 9 ay sonunda “Postmodern” darbe ile görevinden uzaklaştırıldı.
Erbakan’ın darbe ile görevinden uzaklaştırılması İran-Türkiye ilişkilerini tekrardan değiştirdi.
NATO Savunma Koleji mezunu, Darbeci Komutan Çevik Bir, İran’ı terörizm destekçisi bir ülke olarak gördüğünü söylerken, darbenin ardından Başbakan olan Mesut Yılmaz ise, İran’ın Türkiye Büyükelçisi Muhammed Rıza Bakıri’yi “terörist” ilan etmesi ilişkileri olumsuz etkiledi.
1996'dan İsrail-Türkiye anlaşmalarından dolayı devam eden, Türkiye- İran gerginliği Erbakan'ın politikalarıyla ilişkilerin seyrinin olumlu ivme yakaladığı bir süreçte, elçilerin sınır dışı edilmesi ile tekrardan gerginleşti.
İlişkiler bu süreçte dalgalı bir şekilde devam etse de 2003 yılında Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesi iki ülkeyi mecburi bir yakınlaşmaya itti.
Türkiye’de PKK, İran’da PEJAK olarak terör saldırılarında bulunan örgütlere yapılan desteğin 2003 yılı sonrasında çok daha fazla artması, ABD’nin Irak’taki işgal üslerinde teröristleri eğitmesi, İran ve Türkiye’yi mecburi bir dış politika ortaklığına zorladı.