İran'ı Yöneten Devletler

 İran’ın tarihine baktığımızda, 650 yılından günümüze kadar pek çok farklı devletin bu coğrafyada hüküm sürdüğünü görüyoruz. Bu devletlerin çoğu ise Türk devleti. Kültürün ve geleneğin nasıl bir olgu olduğunu bize çok iyi gösteren bu coğrafyada kurulan devletler, etnik olarak farklı kimlikleri taşısalar da bölge halkını etkilemeyi başaramadı. Farklı din, mezhep ve etnik kökenlere sahip bu devletler, İran’ın kimliğini etki etmiş olsa da genellikle bu bölgede kurulan devletlerin bu kültüre teslim olması ile sonuçlandı.

Miguel Valenzuela - 2021


Emeviler Dönemi (661–750) 

İran Kadisiye ve Nihavend savaşlarının ardından İslam Devleti’nin hakimiyetine girdi. 661 yılında Emevi Hanedanı kuruldu. Emeviler İran’ı vilayetlere bölerek Şam’dan yönetti. Emeviler, yönetimi merkezde topladı ve Arap kabilelerini koruyan idareyi baskın hale getirdiler. 

Arap olmayan Müslümanlara karşı ayrımcı bir politika izlediler. Emevi yönetimi, "mevali" dediği Müslüman olmuş ve Arap olmayan toplumlara, yani Farslara ve Türklere, Araplarla eşit haklar tanımadı. Türkler ve Farslar bu yönetimde ikinci sınıf vatandaş olarak görüldü. Ağır vergilere tabi tutuldular. Bu yaklaşım, sosyal adaletsizlik ve huzursuzluk yaratarak Emevi yönetimine karşı muhalefeti artırdı.

Haccac İbn Yusuf, Abdulmelik Bin Mervan ve Yezid gibi Bazı Emevi dikdatörleri baskıcı ve sert yöntemlerle muhalefeti bastırmaya çalıştı. Ehlibeyt mensuplarına yönelik saldırılar ve Kerbela olayı Emevilerin meşrutiyet problemlerinin en büyük sebebi oldu.

Yebne Tulega’dan olan Muaviye bin ebu Süfyan, hilafeti, hanedanlık sistemine dayalı bir monarşiye dönüştürdü.  Emevi halifeleri, devlet hazinesini kullanarak şahsi servetlerini arttırdı. Muaviye Şam’da büyük ve oldukça lüks bir saray inşa etti. Bunun üzerine Muaviye ve Ebuzer Gıfari arasındaki “İsraf” tartışması halk nezdinde büyük bir yankı uyandırdı. 

Emeviler, 750 yılında Abbasi Hareketi'nin sonucunda yıkıldı. Emevîlerin hem yükselmesi hem de çöküşüşüne sebep olan Arap ırkçısı ve Emperyalist politikaları ve özellikle İran coğrafyasına yönelik saldırgan tutumu halkın tepkisiyle karşılaştı ve Ebu Müslim Horosani önderliğinde halk ayaklanmasına neden oldu.

Abbasiler Dönemi (750–1258)

Emeviler’i deviren Abbasiler, başkenti Bağdat’a taşıyarak İran üzerindeki hâkimiyetini genişletti. Abbasi Hanedanı, İran’da beş yüzyılı aşkın bir süre boyunca etkin oldu. 

Abbasiler, Emevilerin baskıcı yönetiminden kurtulma vaadiyle iktidara geldi ancak iktidara geçer geçmez müttefiklerini ve diğer destekçilerini saf dışı bıraktı. 

Halifelik, Abbasiler döneminde mutlakiyetçi bir yapıya dönüştü. Yerel yöneticiler ve halk siyasi karar süreçlerinden dışlandı. Bu mutlakiyetçi yapı, farklı toplumsal grupların desteğini kaybetmesine neden oldu. Aşırı bürokratikleşme, halkın devletten uzaklaşmasına neden oldu.

Arap olmayan Müslümanlar, Abbasilerin başa geçmesine büyük destek verdi. Ancak iktidara geldikten sonra Abbasi yönetimi, bu gruplara karşı ayrımcı politikaları sürdürdü ve Arapları üst sınıf olarak konumlandırmaya devam etti. Bu politika, özellikle İran ve Türk kökenli Müslümanlar arasında hoşnutsuzluk yarattı ve isyanlara sebep oldu.

Abbasiler, özellikle yönetimleri için tehdit olarak gördükleri gruplara karşı sık sık baskıcı politikalar uyguladı. Bu, mezhepler ve azınlıklar üzerinde yapılan baskılar, yerel ayaklanmalara yol açtı. Abbasiler, Emevileri mezhepçi olmakla suçlayarak iktidara gelmiş, ancak benzer bir yaklaşımı kendileri de sürdürmüştü. Abbâsîler, iktidarlarını korumak için mezhepsel ayrımları derinleştirdi.

Ve hatta “Emevi zulmü Abbasi adaletinden evladır” gibi yorumlarda yapılıyor.

Abbasiler, Arap kültürünü yaymaya çalıştı, bu da İranlılar ve Türkler gibi köklü medeniyetlerini korumak isteyen topluluklarla çatışmalara neden oldu. 

Abbasiler bazı bölgelerde yerel yöneticilere geniş yetkiler vermek zorunda kaldı. Tolunoğulları ve Büveyhoğulları gibi özerk yapılar ortaya çıktı.

Abbasilerin ırkçı ve baskıcı politikaları Moğolların İslam dünyasını işgaline zemin hazırladı. Moğollar, dönemin abbasi halifesini atlarla çiğneyerek öldürdü. Abbasi Devleti yıkılsa da hanedan bir süre daha sembolik bir boyutta varlığını sürdürdü. 

Tahiriler (821-873)

Abbasilerin zayıflaması, İran’da yerel yönetimlerin ön plana çıkmasına olanak tanıdı. Fars kökenli Tahiriler Horasan bölgesinde yarı özerk bir yönetim kurdular. 

Tahir bin Hüseyin, Abbasi Halifesi Memun’un hizmetinde görev yapan bir komutandı. Memun tarafından Horasan valiliğine atandı. 

Tahiriler, Abbasi Devleti'ne bağlı kalmakla birlikte, Horasan ve çevresinde geniş bir özerklik kazandı ve yaklaşık 50 yıl boyunca bölgeyi yönettiler. Gerçek anlamda bağımsız bir devlet gibi davranamayıp, Abbâsîlerin birer vasalı gibi davrandılar. 

Tahirilerin yönetimi, 873 yılında Saffariler tarafından sona erdirildi. 

Saffariler (861-1003)

Saffariler, İran kökenli bir hanedan olarak Sistan bölgesinden ortaya çıktı. Saffariler, İran kültürü ve Fars kimliğini benimsedi. Bölgedeki Arap etkisine karşı, kültürel bir varlık mücadelesi verdi. Saffariler, Abbasiler gibi Sünni inancına bağlıydı.

Saffariler, askeri güce dayalı bir yönetim kurdu ve hızla genişledi. Abbasilerin merkezi otoritesini tanımayan Saffariler, hem askeri hem de siyasi açıdan bağımsız hareket etti.

Saffârîler, askeri güce ve fetihlere dayalı yönetim anlayışlarıyla kısa sürede bölgede bir güç haline geldi. Ancak baskıcı politikalar, ekonomik zorluklar, mezhep çatışmaları ve diplomatik başarısızlıklar nedeniyle uzun vadeli bir yönetim sağlayamadı.

Gazneliler Dönemi (963–1186)

Türk kökenli Gazneliler, Horasan ve doğu İran’da güç kazandı ve Hindistan’a kadar genişleyen fetihler yaptı. Sünni inanca sahip olan Gazneliler, bölgeye 223 yıl boyunca hükmetti.

Gaznelilerin Hanedanı etnik olarak Türk kökenli. Gazneliler Horasan’dan Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyada hâkimiyet kurdu. Abbasi halifelerine bağlılık gösterdiler. Gazneliler, Abbasi otoritesinin yeniden güç kazanmasına neden oldu.

Gazneliler, askeri zaferlere dayalı bir yönetim anlayışı oluşturdu. Sultan Mahmud’un ölümünden sonra Gazneliler, taht kavgaları yaşadı ve Selçuklu tehdidi huzursuzluk kaynağı oldu. 

Gaznelilerin çöküş süreci, Selçuklu ile başladı. 1040 yılında yapılan Dandanakan Savaşı Gaznelilerin gerileme dönemini başlattı. 

Selçuklu (1037–1157)  

Selçuklular, İran’da İslam dünyasında Sünni otoritesini güçlendiren geniş bir imparatorluk kurdu. Selçuklu, İran’ı bir ehli sünnet merkezi haline getirdi ve yaklaşık 120 yıl boyunca bölgeye hükmetti.

Selçuklu, Müslüman-Türk kimliğiyle ön plana çıktı. Dandanakan Savaşı sonrasında Horasan’da büyümeye başladı.

Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdat’ı ele geçirerek Abbasi halifesini koruma altına aldı. Selçuklular, Fatımi Devleti’ne karşı mücadele ederek Sünni dünya içinde meşruiyet kazandı. 

İlk başta Türk kültürü ile ilerlese de zamanla İran coğrafyasında kurulan diğer devletlerle aynı kadere mahkum oldu. Türk-İran kültürü içinde doğan devlet zamanla İran kültürünü benimsedi. 

Moğol tehdidi ise Selçuklu Devleti’nin çöküş sürecini hızlandırdı.

Harzemşahlar Dönemi (1157–1231) 

Selçukluların zayıflamasıyla İran’da kurulan Türk kökenli bir hanedan olan Harzemşahlar, Birçok yönden Selçuklulara benzeyen bir yönetimdi. Dini inanç ve etnik yapı olarak benzer olan Harzemşahlar, Moğol istilasına kadar bölgeye hakim oldular.

Harzemşahlar, güçlü bir askeri yapıya sahip olmasına rağmen iç istikrarsızlıklar, Moğollar karşısındaki zayıf direniş ve ekonomik sorunlarla mücadele etti. Moğolların istilasına karşı yeterince etkili bir savunma yapamadılar. 

Cengiz Han’ın zulmünü en sert şekilde hisseden devletlerden biri olan Harzemşahlar, Moğollara karşı bir savaş yerine şehir ve kale savunması tercih etti. Ordusunu şehirlere bölerek savunan Harzemşahlar, yeterli direnişi gösteremedi ve vahşi Moğol ordusuna karşı mağlup oldu. 

İlhanlılar Dönemi (1256–1335)  

Moğol istilası sonrası İran, İlhanlıların kontrolüne geçti. Hülagü Han tarafından kurulan bu devlet, Moğol kimliğine rağmen zamanla İslam’ı benimsedi. Sünniliğe yönelen İlhanlılar, bölgedeki Moğol etkisinin ana unsuru oldu. 

İlhanlılar, Moğolların Orta Doğu'ya yaptıkları geniş çaplı istilaların bir sonucu olarak kuruldular. İlhanlı Devleti, 1256’da İran’a sefer düzenledi. Önce Alamut Kalesi'ndeki İsmaili devletini ve ardından Abbasi Halifeliği’ni sona erdirdi. 

İlhanlılar başlangıçta geleneksel Moğol inançlarına ve Şamanizm’e bağlıydı. Gazan Han döneminde İslam resmi olarak kabul edildi.

İlhanlılar, bölgede köklü bir kültürel etki yarattı ve zamanla yerel kültüre entegre oldular. İlhanlılar, geniş bir toprak parçasını yönetmeye çalışırken, bürokratik yapılarının ve idari sistemleri bu duruma yetersiz kaldı.  

İlhanlılar Moğol kökenli bir devlet olarak yerel halkla uyum sorunları yaşadı. Moğolların yönetim tarzındaki zayıflıklar ve iç istikrarsızlıklar, İlhanlılar’ın sonunu getirdi.

Timur Dönemi (1370–1507)

Timur Devleti, İran’ın kontrolünü sağlayarak Sünni Hanefi çizgisinde bir yönetim kurdu. Moğol ve Türk kökenli bu hanedan, İran’da 137 yıl süren bir hâkimiyet bıraktı.

Timurlar 14. ve 15. yüzyıllarda Orta Asya, İran, Irak, Afganistan ve Hindistan’ın bazı bölgelerinde hüküm sürdü.

Timur’un askeri gücü, onun komutanlık yeteneklerine ve askeri disiplinine dayanıyordu. Timur, İran, Kafkasya, Hindistan, ve Anadolu'ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada fetihlerde bulundu. Timur, fetihlerini büyük bir şiddetle gerçekleştirdi. Ele geçirdiği şehirlerde kitlesel katliamlar ve toplu idamlar oldukça meşhur oldu. 

Timur, İran’da birçok şehri ele geçirip yerel hanedanları ortadan kaldırdı. Altın Orda Hanlığı’nı 1395’te Terek Nehri Savaşı’nda yenilgiye uğrattı. Hindistan’da Delhi Sultanlığı’nı mağlup etti.

Timur, 1402’de Yıldırım Bayezid’i Ankara Savaşı’nda mağlup etti. Osmanlı’yı Fetret devrine soktu. 

Timur'un kendisi Sünni Müslümandı, Moğol ve Türk geleneklerini korumaya çalıştı. Timur'un dini politikası daha çok kendi otoritesini ve meşruiyetini pekiştirme üzerine kuruluydu.

Timur İmparatorluğu, güçlü askeri yapısı ve fetih politikaları ile Orta Asya coğrafyasında önemli bir etki yarattı. Timur, fetihleri ile güçlü bir imparatorluk kurdu, fakat katliam ve şiddet nedeniyle birçok topluluk üzerinde meşrutiyet kazanamadı. 

Karakoyunlular Devleti (1380-1469)

Batı İran’da ve Azerbaycan’da hüküm süren bu Türk hanedanları, farklı mezhepleri benimsiyordu. Karakoyunlular Şii, Akkoyunlular ise Sünni mezhebini benimsemişti. Bu dönemde mezhep farklılıkları bölgeyi şekillendiren unsurlardan biri oldu.

Akkoyunlu ve Karakoyunlu Devletleri, 14. ve 15. yüzyıllarda Doğu Anadolu, İran ve Azerbaycan bölgelerinde hüküm sürmüş olan iki Türkmen devlettir. Bu iki devlet, bölgenin askeri ve siyasi yapısını şekillendiren önemli hanedanlardı. Etnik köken olarak Türkmen olan bu devletler, İslam kültürünü benimseyerek hem kendilerini hem de halklarını bu inanç ekseninde yönetmişlerdir.

Karakoyunlular, 14. yüzyılda Van Gölü civarında kurulan ve adını Oğuzların Karakoyunlu boyundan alan bir Türkmen hanedanıdır. Devletin kurucusu Bayram Hoca’dır. Karakoyunlular, İran ve Azerbaycan’a kadar uzanan topraklarda hüküm sürdü, Tebriz’i başkent yaptı. 

Karakoyunlular, merkeziyetçi bir yapıya sahip olmaya çalışmış, ama çeşitli Türkmen aşiretlerinin bağımsızlık isteğiyle iç karışıklıklar yaşamışlardır. Akkoyunlular ile olan rekabet, Karakoyunlu Devleti’nin çöküşüne neden olmuştur. 1467 yılında Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Karakoyunluları mağlup ederek bu devleti sona erdirmiştir.

Akkoyunlu Devleti (1378-1503)

Akkoyunlular, 14. yüzyılda Dicle Nehri'nin çevresinde kurulan bir Türkmen devletidir. Akkoyunlular, öncelikle Doğu Anadolu’da güçlenmiş, ardından Diyarbakır ve çevresinde etkinlik sağlamışlardır. Osmanlılar ile ittifak kurarak Karakoyunlulara karşı güç kazanmışlardır.

Akkoyunluların en önemli hükümdarı, devleti büyük bir güç haline getiren Uzun Hasan’dır. Uzun Hasan, Karakoyunlularla olan mücadeleyi kazanarak Karakoyunlu Devleti’ni ortadan kaldır ve bölgedeki tek güç haline geldi. Uzun Hasan, Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet ile de mücadele etmiş, ancak 1473’te Otlukbeli Savaşı’nda Osmanlılar’a karşı mağlup oldu.

Karakoyunluların ve Akkoyunluların bıraktığı miras, İran ve Azerbaycan tarihinin bir parçasını oluşturur. Bu devletlerin yönetiminde şekillenen kültürel ve sosyal yapı, sonradan kurulan Safevî Devleti’nin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Safevîler, her iki hanedanın topraklarında kurularak bu iki devletin siyasi ve kültürel mirasını devralmışlardır.

Safeviler Dönemi (1501–1736)

Şah İsmail’in liderliğinde kurulan Safeviler, Şiiliği İran’ın resmi mezhebi olarak kabul edip İran’ı siyasi ve dini olarak birleştirdiler. Türk kökenli olan bu hanedan, İran’ı 235 yıl boyunca yönetti ve Şiilik, İran kimliğinin merkezine yerleşti.

Safevîler, 1501-1736 yılları arasında İran’da hüküm sürdü ve Şiiliği devletin resmi mezhebi haline getirdi. Şah İsmail, 1501 yılında Tebriz’de tahta çıkarak Azerbaycan, İran, Irak ve Horasan gibi geniş toprakları ele geçirdi. Safevîler, Osmanlı ve Babür İmparatorluğu ile birlikte İslam dünyasında büyük bir siyasi, askeri ve kültürel güç oluşturdu. Orta Asya ve Anadolu’daki Türkmen toplulukları üzerinde geniş bir etki alanına sahip oldu. 

Safevî hanedanının temelleri, Şeyh Safiyüddin Erdebilî tarafından atılan bir hareketin üzerine kuruldu. Şeyh Safiyüddin’in soyundan gelen Şah İsmail, genç yaşında liderliğe yükseldi ve Safevî Hareketi’ni siyasi bir güce dönüştürerek bir devlet kurdu. Şah İsmail, 1501 yılında Tebriz’de Safevî Devleti’ni resmen ilan etti. 

Bu dönemde Osmanlı devleti ve Safevi devleti, birbirlerine doğal bir rakip oldu. Bu nedenle birbirlerinin iç siyasetlerine müdahil olup iç savaş ve isyanları teşvik ettiler. 

Safevîler döneminde İsfahan, bir kültürel merkez haline geldi. Safeviler, İsfahan’da büyük bir mimari proje başlatarak şehrin siluetini değiştirdi. İmam Meydanı, Mescid-i Şah, çihil Sütun Sarayı gibi yapılar, Safevî mimarisinin şaheserleri olarak günümüze ulaştı. Bu dönemde İran, halı sanatı, minyatür, seramik ve hat sanatı da büyük bir gelişme gösterdi.

Safevîler döneminde Şiir ve edebiyat da ilerledi. Türkçe ve Farsça dillerinde yazılan şiirler, Safevî kültüründe önemli yer tuttu.

Özbekler ve diğer komşu güçlerin sürekli Safevî topraklarına saldırması, devletin askeri ve mali gücünü yıprattı. 1722’de Afganların İsfahan’ı işgal etmesiyle Safevî Devleti büyük bir darbe aldı.

Ticaretin azalması ve ekonomik krizin derinleşmesi, devletin mali yapısını bozdu. Safevîler, İngiltere ve Hollanda gibi Avrupalı güçlere ticari imtiyazlar vermek zorunda kaldılar. Bu durum, Safevîlerin bağımsızlığını ve ekonomik gücünü tehdit etti.

Safevîler, İran tarihinde önemli bir miras bıraktı. Bu dönemde kurulan İsfahan gibi şehirler, İran’ın kültürel mirasını oluşturan ana unsurlar oldu. Safevî sanatı, mimarisi ve edebiyatı, İran kültüründe kalıcı etkiler yarattı ve İran kimliğini şekillendirdi.

Safevîler ayrıca Osmanlı ile olan rekabetin Orta Doğu üzerindeki etkisini artırmış ve bu durum, bölgede süregelen Sünni-Şii gerilimlerinin temelini atmıştır. İran’ın Şii kimliği ve kültürel zenginliği, Safevîlerin mirası olarak günümüze kadar gelmiştir.

Afşarlar Dönemi (1736–1796)

Afşarlar, 18. yüzyılda İran'da önemli bir yer edinmiş Türk kökenli bir hanedan. Hanedanın kurucusu Nadir Şah, Safevi Devleti'nin zayıfladığı bir dönemde iktidara gelerek İran'da merkezi otoriteyi yeniden tesis etmeye çalıştı.

Nadir Şah, Afşar ailesine mensuptu. Safevi Devleti’nin zayıflayan yönetimine karşı isyan eden grupları bastırarak ünlendi. 1736’da Safevi yönetimini devirdi ve Afşar Hanedanı’nı kurarak kendini şah ilan etti. 

1739 yılında Hindistan’a düzenlediği sefer sırasında Babür İmparatorluğu’nu yendi ve Delhi’yi ele geçirdi. Bu sefer sırasında büyük bir ganimet elde eden Nadir Şah, İran’a bol miktarda altın, mücevher ve Hindistan’ın ünlü Tac Mahal taşlarını getirdi bunu meşrutiyetini perçinledi.

Nadir Şah’ın hükümdarlığı, güçlü askeri başarılar ve ekonomik reformlarla zirveye ulaşsa da, yönetiminin sonlarına doğru otoriter bir yapıya bürünmesi tepkilere yol açmıştır. 1747’de Nadir Şah bir suikast sonucu öldürüldü ve bu olay Afşar Hanedanı’nın çöküş sürecini başlattı.

Kaçarlar Dönemi (1794–1925) 

Kaçarlar, 18. yüzyılın sonlarında İran’da iktidarı ele geçirdi ve yaklaşık 130 yıl boyunca ülkeyi yönetti.  Türk kökenli olan bu hanedan, Ağa Muhammed Han tarafından kuruldu ve 1925 yılında İngiltere destekli Pehlevi Hanedanı'nın iktidara gelmesine kadar hüküm sürdü. Bu dönemde İran, Batı’nın artan etkisiyle modernleşme çabalarına girdi. 

Kaçar Hanedanı’nın kurucusu Ağa Muhammed Han, 1794 yılında Zend Hanedanı’nı yenerek İran’da kontrolü sağladı ve başkent olarak Tahran’ı seçti. Kaçarlar, İran tarihinde ilk defa Rusya ve İngiltere gibi büyük Batılı devletlerle yoğun diplomatik ve askeri etkileşimlere girdi.

19. yüzyıl başlarında Kaçarlar, Rus İmparatorluğu ile büyük çatışmalara girdi. Bu dönemde iki büyük savaş (1804-1813 ve 1826-1828) yaşandı ve İran, Rusya’ya karşı mağlup oldu. Gülistan ve Türkmençay Antlaşmaları ile İran, bugünkü Gürcistan, Dağıstan, Ermenistan ve Azerbaycan gibi önemli topraklarını Rusya’ya kaybetti.

İngiltere, Kaçar döneminde İran’ın ekonomik ve siyasi sahnesinde büyük bir etkiye sahip oldu. İran, İngilizler tarafından Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya arasında bir tampon bölge olarak görüldü. 

Kaçarlar, Osmanlı gibi mali zorluklar nedeniyle yabancı ülkelerden borç almak zorunda kaldı. Bu borçlar, zamanla İran’ın ekonomik bağımsızlığını sonlandırdı ve ülkedeki ekonomik kontrolün yabancı devletlere geçmesine neden oldu, Duyumu Umumiye gibi yapılar ortaya çıktı. 

19. yüzyılın sonlarına doğru Kaçar yönetimine karşı isyanlar arttı. Babai Hareketi ve Anayasa Hareketi, büyük bir muhalefetin göstergesi oldu. 1905 yılında başlayan Anayasa Hareketi ile 1906 yılında İran, ilk anayasasına ulaştı ve Kaçar yönetimi anayasal bir monarşiye evrildi.

1906 yılında Kaçar Hanedanı meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı. Bu dönemde anayasal bir düzen kurularak meclis oluşturuldu. Rusya ve İngiltere, İran’daki iç karışıklıklardan yararlanarak ülkeyi fiili olarak ikiye böldü. İngiltere, Fars Körfezi ve güney bölgeleri, Rusya ise kuzey bölgeleri ele geçirdi.  

1921 yılında askeri darbe ile Kaçarlar devri sona erdi.

Pehleviler Dönemi (1925-1979)

1921'de Rıza Han, askeri bir darbe ile iktidara geldi. 1925'te Kaçar Hanedanı'nın sonunu getirerek Pehlevi Hanedanı'nı kurdu. Rıza Şah, Batı'yı örnek alarak geniş çaplı reform çalışmaları yapıldı. 

1941'de İngiliz-Sovyet ittifakının İran’ı işgaliyle Rıza Şah tahttan indirildi ve yerine oğlu Muhammed Rıza Şah geçti. 1953’te ABD ve İngiltere destekli başka bir darbe ile başbakan Musaddık görevden alındı. Şah, istihbarat teşkilatı SAVAK aracılığıyla muhalefeti sert bir şekilde bastırdı. Siyasi özgürlükler kısıtlandı ve rejim karşıtlarına ağır cezalar verildi. Pehlevi döneminde, özellikle muhalefet partileri ve grupları üzerinde büyük bir baskı oluşturuldu. Savak, Şah’ın otoritesini korumak için birçok muhalifin izini sürdü, gözaltına aldı, işkence yaptı ve infaz etti. Fransa’da yapılan Ali Şeriati suikastı ise bunun ufak bir örneği. 

Pehleviler döneminde, ekonomik büyümeye rağmen, halk arasındaki gelir eşitsizliği önemli ölçüde arttı. Şah’ın uyguladığı ekonomik reformlar, zenginler için büyük fırsatlar yaratırken, yoksul halkı daha da zor durumda bıraktı. Şah’ın batılı ülkelerle olan ekonomik ilişkileri, İran’ın kaynaklarının yabancı şirketler tarafından sömürülmesine neden oldu ve yerli üreticiler ile işçiler büyük bir yoksulluk içinde yaşadı.

Pehlevi yönetimi, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere gibi Batılı güçlere bağımlı hale geldi. Özellikle, 1953’teki İngiltere ve Amerika destekli darbe ile İran'da demokratik yönetim devrildi ve Şah'ın yönetimi pekiştirildi. Bu tür dış müdahaleler, halk arasında Batılı güçlere karşı büyük bir nefret yarattı.

Pehlevi rejimine karşı yoğun protesto ve muhalefetin temel nedenleri arasında toplumsal eşitsizlik, otoriter yönetim, Batı'ya bağımlılık ve geleneksel değerlerin göz ardı edilmesi olarak yorumlanabilir.

VDE Araştırma: Ali Furkan Kaloğlu

Daha yeni Daha eski

Popular Items